Önce sosyal medyanın, son dönemde de yapay zekanın hayatlarımıza girmesiyle daha sık duymaya başladığımız ve hatta bizler için giderek önem kazanan bir sözcük “algoritma”... TÜBİTAK, algoritmayı “belirli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çözüm yolunun adım adım tasarlanmasıdır” şeklinde tanımlamış. Bu terim daha çok yazılımsal konularda karşımıza çıkıyor. Eminim çoğunuz son dönemde Spotify gibi dinleme etkinliklerinizi takip ederek beğenilerinize göre yeni şarkı önerileri sunan dijital müzik mağazaları, YouTube gibi izleme etkinliklerinizi takip ederek ilgilenme ihtimalinizin yüksek olduğu videoları öneren servisler ve Instagram, Facebook, TikTok gibi önünüze etkileşim kurduğunuz paylaşımlara benzer diğer paylaşımları getiren sosyal platformlar sayesinde algoritma kelimesine aşina hale gelmişsinizdir. Bu mecralar başarılı algoritmaları sayesinde önümüze gerçekten ilgileneceğimiz içerikler çıkartıp bizim platformlarında daha çok vakit geçirmemizi sağlayarak yani aslında deneyimimizi yöneterek rakiplerine karşı çok ciddi avantajlar elde ettiler. Ancak algoritma bilgisayarların icadından çok daha önce de vardı çünkü zihnimizin ürettiği otomatik düşünceler de bir algoritmaya bağlı olarak üretilir.
Çoğu buluş doğayı taklit ederek mümkün olmuştur. Bilgisayarlar da büyük ölçüde insan beynine benzerler. Bir donanım vardır ve içindeki yazılım üzerinde zamanla geliştirmeler yapılabilir. Ancak önce algılarımızın bir yazılımın sonucu olduğunu fark etmemiz ve kabul etmemiz gerekir elbette. Yazılımın farkında olmadan geliştirmeleri nasıl yapacağımızı bilemeyiz. Spotify’da depresif arabesk şarkılar dinlediğinizde (otomatik çal özelliği aktifse) benzer tarzda ve modda şarkılarla dinleme deneyiminiz devam eder. YouTube’da teknoloji ile ilgili daha fazla şey izledikçe karşınıza ağırlıklı olarak bu konularda videolar çıkmaya başlar. Ta ki biz bambaşka bir tarzda ve modda şarkılar dinleyene, başka konularda videolar izleyene kadar…
Düşüncelerimizde de benzer bir durum söz konusu. Bize iyi hissettiren bir şey düşündüğümüzde onu takip eden paralel düşünceler gelir ve iyi hissetmeye devam ederiz. Kötü hissettiren bir şey düşündüğümüzde yine aynı durumu destekleyen paralel düşünceler gelmeye başlar otomatik olarak. Burada sorun şu ki biz neredeyse her zaman bunların bizim iç sesimiz olduğuna inanırız. Bilinçsizce bu girdaba kapılıp otomatik düşüncelerinizi gerçeğimiz zannettiğimizde de algoritma bizi yönetir. Ta ki biz o algoritmaya bilinçli düşüncelerle müdahale edene kadar…
Oysa ki iyi veya kötü hissettiren tüm otomatik düşüncelerimiz doğuştan gelen işletim sistemimize çocuklukta gördüklerimiz, duyduklarımız ve hissettiklerimiz sonucu oluşan inançlarla yaptığımız ek kodlamalarla ortaya çıkan güncellenmiş yazılımdan kaynaklıdır. Şu anki gerçeğe dair bilgiyi değil geçmişteki deneyimlere bağlı kodlamaların bakış açısını sunar. Beş duyumuzdan gelen verileri inançlarımızın filtresiyle algılarız. Algılarımız tamamen kişiye özeldir. Bu yüzden birimize güzel gelen diğerine çok çirkin gelir. Bir coğrafyada inek eti en sevilen et çeşidiyken diğer coğrafyada kutsal olduğuna inanıldığı için kesilmesi asla düşünülemez.
Zihnimizin ürettiği düşüncelerin bizim iç sesimiz olmadığı, mutlak bir gerçeğin bilgisini vermediği, mevcut yazılıma göre üretilen otomatik düşünceler olduğu bilgisini anlamak ve sindirmek çok önemlidir. Ne yazık ki “Ben beceriksizim.”, “Ben o kadar başarılı olamam.”, “Ben şanssızım.”, “İş dünyası acımasızdır.”, “Erkekler güvenilmezdir.”, "Para insanı bozar." gibi onlarca düşüncenin gözlemlere ve deneyimlere dayanan gerçekler olduğunu ve bunları söyleyenin de kendimiz olduğunu sanıyoruz. Zihin de düşüncelerin doğruluğunu ispatlamak üzere çalıştığı için tüm dünya deneyimini o filtrelerle algılatıyor ve biz “haklılığımıza” sürekli yeni ispatlar bulduğumuzu zannediyoruz. Bu farkında olmazsak içinden çıkamayacağımız bir mutsuzluk ve umutsuzluk döngüsü yaratıyor. Fakat gerçek şu ki; rahatsız olduğumuz hiçbir zaman aslında olanlar veya kişiler değildir, onlar hakkındaki düşüncelerimizdir.
Sabah uyandığınızda zihninizdeki yağmurlu günlerle ilgili inançlarınız negatifse aklınıza uyanır uyanmaz gelecek olan “Berbat bir gün olacak” gibi bir otomatik düşünceyi engelleme şansınız yoktur. Tıpkı az önce dinlediğiniz arabesk şarkıdan sonra Spotify’ın tekrar depresif bir şarkı getirmesine engel olamayacağınız gibi… Ancak nasıl o şarkı başladıktan sonra neşeli bir şeyler dinlemek isteyip şarkıyı bilinçli şekilde değiştirerek algoritmayı yönlendirebiliyorsak, otomatik gelen ilk düşünceleri fark ederek, bilinçli düşüncelerle ve çeşitli çalışmalarla o düşünce akışını durdurmak ve istediğimiz yöne doğru çevirmek mümkündür. O yüzden size iyi gelmeyen hiçbir düşünceye inanmak ve onu takip etmek zorunda değilsiniz. Zaten o düşüncenin şu an olan bitenle zerre alakası yok, emin olun. Hepsi geçmişten gelen düşünceleri desteklemek üzere gelen otomatik düşüncelerden ibaret. Kurbanlık inançlardan kaynaklanan, algoritmanın ısıtıp ısıtıp önümüze getirdiği bir yalandır. Yalanı bilmek ve onu satın almamak ise algoritmayı yönetir ve düşünce akışını değiştirir. Tam da bu yazıyı yazdığım gün Mozilla Vakfı tarafından yayınlanan "YouTube Pişmanlıkları" raporuna denk gelmem tesadüf olamaz. Raporda kontrolü algoritmaya bırakırsak neler olabileceğine dair çarpıcı örnekler var.
“Tamam, farkına vardım otomatik düşüncelerimin ve bu akışı değiştirmek istiyorum ama nasıl yapacağım?” diyenleri duyar gibiyim. Bunun için daha önce sizlerle paylaştığım “Zihin ile Münazara” egzersizimi ya da Byron Katie’nin “The Work”ünü kullanabilirsiniz. Ayrıca orta ve uzun vadede meditasyon ve nefes egzersizlerinin de muazzam katkılarını görebilirsiniz.
Comments